Sürdürülebilirlik yaşamımdaki en önemli kavramlardan biri son yıllarda. Özellikle son iki yıldır bu konuda detaylı olarak okumaya çalışmama rağmen, yetmiyor. Çevre koruma ve sürdürülebilirlik üzerine yazılmış olan kitap ve makaleleri okuma gayretim sürüyor, okuma listem artarak uzamaya devam ediyor.
Sürdürülebilirlik kavramı içerisinde dünyada gelişim temel prensiplerinden biri sayılan ilerlemeye bakış açısı ve inanç değişiyor. İlerlemeyi düşündüğümüz yerin gerçek anlamı sorgulanmaya başlıyor.
Son iki yüz yılda insanın teknoloji, bilim ve gelişime olan inancı, dünyanın sınırsız sayılan kaynaklarının tahmin edilemeyen bir hızda azalmaya başlaması ve teknolojinin dünyanı etkileyemez sanılan yan etkileri, insanlığı yakın gelecekte yaşam ve gelişimin ne olduğuna dair tariflerini değiştirmek zorunda bırakıyor.
Küreselleşme yaklaşımları bir yandan dünyadaki sınırları kaldırırken, toplumların varlıklarını sürdürebilmelerinin çözümünün yerel yeterliliğin artmasında yatmaya başladığı görülüyor. Yani dünyanın ekolojik dengelerinin korunması için gereken yaşam tarzı bir anlamda eskiye dönmeyi gerektiriyor. Gerek enerji gerek gıda ihtiyaçlarının olabildiğince yerel çevrede karşılanması ihtiyacı doğuyor. Aksi bizi artık sürdürülemez bir yaşama götürüyor.
Benim çocukluğumda okullarda kutlanan bir “yerli malları haftası” vardı, hala böyle bir hafta kutlanıyor mu diye merak ediyorum. Belki başka nedenler ile yerli üretimin üzerinde durulurdu. Türkiye’de satılmakta olan ürünlerin acaba yüzde kaçı Türkiye’de üretiliyor? Farklı ürünler ve sektörler arasında bu yüzde acaba nasıl değişiyor? Son iki yıldır birçok bilginin izini sürmeye çalışıyorum, bu konularda çalışmalar yapan birçok grup ile irtibat kuruyorum, ama yine de Türkiye ile ilgili verilere ulaşmak kolay olmuyor, bazen mümkün olmuyor.
Son günlerde Simon Dresner’in“Sürdürülebilirliğin Prensipleri – The Principles of Sustainability” adlı kitabını okuyorum. Dresner çevre ve sürdürülebilirlik konularında son birkaç yüzyılda yazılan ve yaşananları, son 40 yılı daha detaylı ele alarak aktarıyor. Sürdürülebilirliği birçok yönden ele alıyor. Oldukça detaylı hazırlanmış bir kitap. Ve bir yandan sürdürülebilirliğin temin edilmesinin zorluklarını da gözler önüne seriyor. Ülkeler arasında, toplumlar arasında bir hedef birliğine varmanın ne kadar zor olduğunu da. Toplumlar için gelişim ve ilerlemenin getirdiği güçten vazgeçmek kolay görünmüyor. Ancak bu süreçte doğanın sınırları ne kadar göz ardı edilebilir?
Dresner sormadan geçemiyor: İnsanlar kendi rahatları kaçana kadar mı sürdürülebilirliği savunuyorlar? Dresner’in kitabı dünya, insan, yaşam, sürdürülebilirlik, gelişim, küresel ve yerel kavramları üzerine hem çok bilgi veriyor, hem de cevaplarının her gün tekrar verilmesi gereken soruları birbiri ardına ortaya koyuyor.
Kitaplar soru sormaya devam ediyor. Biraz zorlansam da, benim cevaplara olan umudum da hala varım diyor…
Sürdürülebilirlik kavramı içerisinde dünyada gelişim temel prensiplerinden biri sayılan ilerlemeye bakış açısı ve inanç değişiyor. İlerlemeyi düşündüğümüz yerin gerçek anlamı sorgulanmaya başlıyor.
Son iki yüz yılda insanın teknoloji, bilim ve gelişime olan inancı, dünyanın sınırsız sayılan kaynaklarının tahmin edilemeyen bir hızda azalmaya başlaması ve teknolojinin dünyanı etkileyemez sanılan yan etkileri, insanlığı yakın gelecekte yaşam ve gelişimin ne olduğuna dair tariflerini değiştirmek zorunda bırakıyor.
Küreselleşme yaklaşımları bir yandan dünyadaki sınırları kaldırırken, toplumların varlıklarını sürdürebilmelerinin çözümünün yerel yeterliliğin artmasında yatmaya başladığı görülüyor. Yani dünyanın ekolojik dengelerinin korunması için gereken yaşam tarzı bir anlamda eskiye dönmeyi gerektiriyor. Gerek enerji gerek gıda ihtiyaçlarının olabildiğince yerel çevrede karşılanması ihtiyacı doğuyor. Aksi bizi artık sürdürülemez bir yaşama götürüyor.
Benim çocukluğumda okullarda kutlanan bir “yerli malları haftası” vardı, hala böyle bir hafta kutlanıyor mu diye merak ediyorum. Belki başka nedenler ile yerli üretimin üzerinde durulurdu. Türkiye’de satılmakta olan ürünlerin acaba yüzde kaçı Türkiye’de üretiliyor? Farklı ürünler ve sektörler arasında bu yüzde acaba nasıl değişiyor? Son iki yıldır birçok bilginin izini sürmeye çalışıyorum, bu konularda çalışmalar yapan birçok grup ile irtibat kuruyorum, ama yine de Türkiye ile ilgili verilere ulaşmak kolay olmuyor, bazen mümkün olmuyor.
Son günlerde Simon Dresner’in“Sürdürülebilirliğin Prensipleri – The Principles of Sustainability” adlı kitabını okuyorum. Dresner çevre ve sürdürülebilirlik konularında son birkaç yüzyılda yazılan ve yaşananları, son 40 yılı daha detaylı ele alarak aktarıyor. Sürdürülebilirliği birçok yönden ele alıyor. Oldukça detaylı hazırlanmış bir kitap. Ve bir yandan sürdürülebilirliğin temin edilmesinin zorluklarını da gözler önüne seriyor. Ülkeler arasında, toplumlar arasında bir hedef birliğine varmanın ne kadar zor olduğunu da. Toplumlar için gelişim ve ilerlemenin getirdiği güçten vazgeçmek kolay görünmüyor. Ancak bu süreçte doğanın sınırları ne kadar göz ardı edilebilir?
Dresner sormadan geçemiyor: İnsanlar kendi rahatları kaçana kadar mı sürdürülebilirliği savunuyorlar? Dresner’in kitabı dünya, insan, yaşam, sürdürülebilirlik, gelişim, küresel ve yerel kavramları üzerine hem çok bilgi veriyor, hem de cevaplarının her gün tekrar verilmesi gereken soruları birbiri ardına ortaya koyuyor.
Kitaplar soru sormaya devam ediyor. Biraz zorlansam da, benim cevaplara olan umudum da hala varım diyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder