William McDonough ve Michael Braungart’ın “Beşikten Beşiğe” kitabının giriş bölümünün başlığı “Bu kitap bir ağaç değildir”. Bu ünlü mimar ve kimyager aktarmak istediklerini o kadar net dile getiriyorlar ki.
Gündelik yaşamdaki şartlanmalarımız, medyanın beklenti ve isteklerimiz üzerindeki etkisi, yaşamın getirdiği yükümlülüklerimiz ve arzularımız bizi yaşama ve dünyaya çok daha dar bir bakış açısına sokabiliyor. Evet, bazen hipnoza giriyoruz sanki. Bir gözü açık uyku haline giriyoruz sanki. Bilmiyor değiliz, ama gördüğümüzün de aktif bilince olmadığımız bir hal. Özellikle çevre ile ilgili konular hakkında ilgisiz değiliz, ama aktif bir şey yapmak konusunda adını koyamadığımız bir hareketsizlik içindeyiz. Sadece biz Türkiye’de yaşayanlara özgü değil bu anlaması zor uyku hali, ama ülkemiz için sorun hale gelmeye başlayan çevre kirliliği uyanma vaktinin gelip geçtiğini hatırlatıyor.
İstanbul’dan Dalaman’a uçup Fethiye’ye giderken, hele eğer gündüz saatleriyse etraftaki ormanları seyretmeyi çok severim. Gözlerim çam ormanlarının yeşiline dalıp gider. Sanki otobüsün kapalı camlarından çamların kokusu burnuma gelir. Yüreğimi bir sevinç ve heyecan alır. Çoğu zaman. Bazen de gözlerim Dalaman Fethiye arasındaki karayolunun kenarlarına atılmış olan pet şişelere takılır. Ağırlıklı olarak onlar gözüme çarpar, ama metal kutular cam şişelerde vardır o 45-60 dakikalık yolun güzergahı boyunca.
Düşünüyorum, bu kadar güzel bir doğanın içinden geçen bir yolcu hangi ruh hali ile o pet şişeyi yolun kenarına atmıştı? Ne düşünmüştü? Düşünmüş müydü? Arabanın sürücüsü kimdi? Kadın mı? Erkek mi? Genç mi? Yaşlı mı? Anne miydi? Dede miydi? Arabada çocuk varsa ne söylemişti, o da mı camı açıp şişeyi bırakıvermişti?
Benim ilkokul ve ortaokul yıllarımda çevreyi temiz tutmak konusunu hem derslerimizde işlerdik, hem de öğretmenlerimiz bizi bu konuda ısrarlar uyanırdı. Geri dönüşüm konusu benim ilkokula gittiğim 1970’lerde henüz gündemde yoktu. Çevre kirliliğiniz genel anlamı ile konuşurduk. Yaşım ilerledi gitti, ve bugün Dalaman Fethiye yolundan geçen sürücülerin büyük bir kısmı benden yaşça oldukça genç olmalı. Okullarda bu konular küresel ısınma ve çevre sorunları ile ilgili olarak daha çok işleniyor bildiğim kadarı ile.
Peki, aradan geçen 30-35 yılda ne yol kat ettik diye merak ediyorum ben? Ortaya bir yanlış var – öğretemiyoruz – çevrenin üzerindeki insanın olumsuz etkilerini öğretemiyoruz, sorumluluk almayı öğretemiyoruz, zarar vermemenin hazzını öğretemiyoruz. Anlatıyor olabiliriz, söylüyor olabiliriz ama öğretemediğimiz kesin. Dalaman Fethiye arasındaki karayolu bunu söylüyor.
Çevre temizliğinin ötesinde yolda yatan plastikler geri dönüşüm kavramanın anlatılmasında ne kadar yoğun bir çalışma yapılması gerektiğini de ortaya koyuyor. Herkesin önemini anlattığı plastik, kâğıt, metal, cam gibi atıkların toplanması konusunda ülkenin idarecilerinin önderlik etmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Bakanlarımız, Milletvekillerimiz, Meclisimiz, Belediye Başkanlarımız kendi atıklarını geri dönüştürüyorlar mı, neyi ne kadar dönüştürüyorlar merak ediyorum. Bu konuda aktardıkları bir veri veya bilgi var mı merak ediyorum. Onların aileleri geri dönüşüm konusunda neler yapıyorlar merak ediyorum.
Ağabeyim son on yıldır geri dönüşebilen hiçbir malzemeye çöpe atmadığını anlattı geçenlerde. Bu gerekirse metal bir kutuyu, bir pili, bir plastik şişeyi uzun mesafeler boyunca taşımak anlamına gelse de, atıkları ayırmak için zaman ayırmak anlamına gelse. “Vicdanım daha rahat,” diyor ağabeyim. “Atık üretiyorsam bunun çevreye en az zararı vermesi için elimden geleni yapmalıyım.” Tabii McDonough ile Braungart’a göre az kötü olmak yeterli değil. Dünyadaki her birey çevre anlamında tamamen iyi olmak üzerine çalışmalı. Atıkların hiç fire vermeden tamamen hammadde olarak yeniden kullanılması veya doğaya besin olarak geri dönmesi gerekiyor. Fakat bunun tam anlamı ile gerçekleştiği ana gelene kadar hem ürünlerin yeniden tasarlanması ve yeni üretim planları yapılması gerekiyor, hem de hali hazırda bulunan imkânların en etkin şekilde kullanılması gerekiyor.
Geri dönüşümde kullanılması mümkün olan maddeler dolgu sahalarına gidiyor; geri dönüşüm tesisleri kapasitelerinin çok altında çalışıyor.
Elimden geleni yapmazsak yarınlara ne kalacak?
“Beşikten Beşiğe” kitabı gündelik yaşamda kullandığımız birçok eşya ve malzemenin sağlığımıza zararlı etmenlerine de dikkat çekiyor. Geri dönüşüme göre tasarlanmamış malzemelerinin geri dönüşümle yeniden kullanıma kazandırılmaya çalışıldığında, yarardan çok sağlığa zarar verdiğini gözler önüne seriyorlar. “Oturduğunuz koltukta hareket ettiğinizde kumaştaki hangi maddeler ortaya çıkıyor, neleri soluyorsunuz?” diye soruyorlar. Günlük yaşamımızda etkileşimde olduğumuz yüzlerce binlerce madde var. Ve onların nelerden yapıldığı sağlığımız için farkında olduğumuzun üzerinde önemli. Bir eşyanın sağlığımıza ve çevreye etkisi sadece atık olarak sayıldığı aşamada değil, tasarım, üretim ve kullanım aşamalarında da çok önemli.
Bilgiye ulaşmak eskisinden çok daha kolay. Türkçe’de olmadığını gördüğüm kitaplar ile her karşılaşmam da büyük bir bilgi eksikliği içinde olduğumuzu düşünsem de. Ama anlıyorum ki farkı yaratan şey bilgimizin fazlalığı değil. Biz bildiklerimizi ne kadar uyguluyoruz? Bildiğimizi uygulamanın sınırlarına göre nerelerde geziniyoruz? Ve yaşamın bize kendimize çeki düzen vermemizin için sunduğu uyarıları ne kadar görmezden gelebiliriz?
Atıkların yakılması sonucu çevreye yayılan dioksin kimyasalının etkileri konusunda yeterli bilgimiz var mı mesela? Klorla beyazlatılan kâğıt gibi ürünlerinde yakılmasında bu çok küçük oranları bile çok tehlikeli dioksinin salınmasına neden oluyor. Plastik üretimi, çelik üretimi gibi üretimler sonucu da ortaya çıkıyor. “İnsanoğlunun yarattığı en tehlikeli kimyasal” olarak adlandırılıyor. Doğa çok uzun süre kalan, yağda çözündüğü için dokular tarafından emilip muhafaza edilen bu kimyasal gıda yoluyla yayılarak canlıları zehirlemeye devam ediyor. Farkında mıyız?
Greenpeace örgütünün kullanımını azaltmak için yoğun olarak çalıştığı PVC’lerin zararlarının farkında mıyız? PVC üretilirken, geri dönüştürülürken ve yakılırken dioksinler ortaya çıkmaktadır. Ve PVC atıklarının yüzde biri bile geri dönüştürülememekte. Oyuncaktan yer kaplamasına, pencere doğramalarından suni deriye çok farklı alanlarda kullanılan PVC yerine zararsız malzemelerin kullanılmasına büyük bir ihtiyaç var. Bu malzemenin kullanımının getirdiği konfor ve faydanın oldukça ağır bir bedeli var. Bu bedelleri ödediğimizin ne kadar farkındayız?
Kendime, çevreme, insanlara, tüm canlılara, doğaya ve dünyaya tamamen saygılı olarak yaşayabildiğim günler diliyorum. Hepimizin sağlığı için, dünyada sürdürülebilir bir yaşam için adım atmamız gerekiyor. Adımlarımızı hızlandırmamız gerekiyor. “Beşikten Beşiğe” yaklaşımı ve kitabı ile ne yapmam gerektiğini tam olarak bilemesem de, bana umut veriyor, heyecan veriyor. Dünyaya etkilerimizin farkında olur ve bunun sorumluluğunu üstlenirsek, yararlı olmayı başarabileceğimiz inancımı tazeliyor. Bu heyecanı doğru aktarabilmeyi ve bu konuda bir şeylerin yeniden beşikten beşiğe ile tasarlanmasına ve üretilmesine katkım olmasını yürekten diliyorum.
Yurt dışında yapılanlardan ve yapmaktan bahsetmenin ötesine geçmeyi ve “yaptık” diyebilmeyi diliyorum. Dünyayı değiştirecek güç bizim istek, tercih ve seçimlerimizde yatıyor.